Ortama iyice alışıp artık yadsıyacak bir şey bulamayacak hale gelmeden Fethiye’de günlük hayata dair izlenimlerimizi kâğıda dökmek birkaç aydır aklımdan geçiyor. Bir Alman deyişiyle bugün olacağına dün olsa daha iyi misali, en başından beri beni şaşırtan ve düşündüren izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlki trafik lambaları. Araba kullanırken ışıklar kırmızı olursa hemen altındaki sağa ya da sola dönüş oku olan lambaya bakmak gerekiyor. Çünkü o lamba yukarıdaki ışıklardan bağımsız çalışabiliyor. Yani ışıkları kırmızı görüp durduğunuzda arkanızda sağa ya da sola sapacak araçlar varsa korna yemek işten bile değil.
İkincisi çöp konteynerleri. Apartmanlar en fazla üç katlı olduğundan olsa gerek, her apartmanın çıkışında bir çöp konteyneri yok. Tabiatıyla apartman görevlisi de yok. Yani çöp atmak için en yakın çöp konteynerinin yerini önce bir keşfetmeniz gerek. Bu keşfi yapmadan kazayla elinizde dolu bir çöp torbasıyla dışarı çıkarsanız yandınız, artık etrafta ara ki bir konteyner bulasınız.
Gelelim üçüncü izlenime. Havasından mıdır, suyundan mıdır artık insanlar gayet samimi. O kadar alışmışlar ki farklı şehirlerden göçenlere. Önce neredensin diye soruyorlar, sonra neden geldin, iş, güç, aile durumları. Derken bir on dakika geçtikten sonra siz demeyi bırakıp sen diye hitap ediyorlar. Bir sonraki karşılaşmanızda ise aynı güneyli samimiyeti devam ediyor. Ama gerçekten samimiler, bunda yapmacık bir şey yok. Yaş, cinsiyet, statünün hiçbir önemi yok, karşısındakini küçümsemekten ziyade eşitlikçi ve rahat bir yaklaşımı gösteriyor bence bu. Çok rahat empati yapabiliyorlar. Ha bir de ayrılırken genellikle söyledikleri son söz ne hikmetse “Fethiyelilerle iş yapacaksan peşin çalış” oluyor.
Dördüncüsü, ilçenin ekonomisi büyük oranda yaz turizmi ve emlak sektörüne dayandığından kış aylarında işsizlik ve atalet yaşanıyor. Sokaklar daha sessiz, yazın dolup taşan bazı caddeler ise tamamıyla ıssızlaşıyor. İnsanlar yaz kış insani saatlerde ve sigortalı çalışabilecekleri işlerin özlemiyle yanıp tutuşuyor. Fazla kariyer beklentileri yok, kuzeyliler gibi hırslı değiller. Düzenli bir işleri, ceplerinde ha deyince harcayacakları paraları olsun yeter. Tabii ki bir de ceplerinde yeterince harcayacak parası olan ve nereye harcasam diye düşünen geniş bir varlıklı kesim var. Onlar için de yeteri kadar harcama alternatifleri var tabiatıyla.
Sıra beşinci izlenimde. Burada hayat büyük şehirlere göre kolay ve ucuz. Yaz aylarında çarşıda birkaç kilometrekarelik bir alanda yaşanan sıkışıklık ve park problemi dışında hangi saatte nereye giderseniz gidin mutlaka boş bir yol ve park yeri bulursunuz, hele de İstanbul şoförüyseniz. Tamam, akşam iş çıkışı birkaç bulvarda trafik sıkışabiliyor, ama hemen bir paralel sokağa saptığınızda yollar at koştur misali boş. Sahile çıkmak istediğinizde sahil boyu dolu olsa bile sahile çıkan sokaklara gayet rahat park edilebiliyor.
Semt pazarlarından taze, doğal ve sağlıklı gıdayı ucuza alabiliyorsunuz. Kışın civarda yetişen ayva, nar, elma, portakal, mandalina gibi meyveler ve her türlü sebzeyi köy pazarında üreticisinden doğrudan alabilirsiniz. Ayrıca muhabbetleri de harika, laf atmaları bile doğal, rahatsızlık vermiyor, hatta insanın hoşuna gidiyor. Pazara çıkmaya fırsatınız olmazsa sorun değil, en yakın market, bakkal, manavdan da sağlıklı gıdalar alabilirsiniz, hem de İstanbul’da alacağınız fiyatın en fazla yarısına
Altıncısı, çok dışarılarda oturmuyorsanız alışverişe, pazara, okula, spor salonuna yürüyerek gidebilirsiniz. Akşam iş çıkışı bir deniz havası almak isterseniz hangi bölgede yaşarsanız yaşayın en fazla kırk dakikalık bir yürüyüşle sahil boyuna ulaşabilirsiniz. Kafe, bar, restoran, pastane, artık canınız ne çekiyorsa oturup keyfini çıkarabilir, ya da Karagözler’den Kocaçalış’a kadar istediğiniz mesafede yürüyüş yapabilirsiniz. İlçe pek kalabalık olmadığından sahilde, çarşıda, pazarda her an tanıdık birilerine rastlayabilirsiniz.
Hazır yeri gelmişken bir anımı paylaşmak yerinde olacak sanırım. Fethiye’de çok iyi tanınan ve sevilen bir büyüğümüzle birlikte kızımı kaydettirmek için okula gittiğimizde bir ara kendisini gözden kaybedip önüme çıkan ilk kişiye nerede olabileceğini sordum dalgınlıkla ve cevap aldım. Az evvel Müdür Bey’in odasından çıkıp sağ tarafa doğru yürüdüğünü söylediğinde hayretten ağzım açık kalmıştı. Daha sonra Fethiye’nin tek alışveriş merkezinin kafesindeki garsona bu sefer bilinçli olarak aynı kişiyi görüp görmediğini sorup yine cevap aldığımda hiç de şaşırmadım nedense.
Gelelim bir de eksik gördüğümüz taraflara. İlçede sanatsal, sosyal ve kültürel hayat olsa da iş ve yerleşme telaşından henüz fırsat bulup keşfedemediğimden çok yorum yapamayacağım. Ama kurulu bir tiyatrosu yok, turneye gelen toplulukların sergilediği oyunlar takip edilip izlenebiliyor. İlçede tek bir kültür ve sanat merkezi var. Bir bakıma iyi aslında, çünkü ne var ne yoksa orada olup bitiyor. Ama ne olup bittiğini gösterir aylık basılı bir programları yok mesela. Facebook hesabını sıkı takip etmek gerekiyor ilginizi çeken bir şeyler olduğunda kaçırmamak için. Sosyal sorumluluk projelerinin ve sivil toplum kuruluşlarının etkili olduğuna dair duyumlar aldım, onları da yıl içerisinde fırsat buldukça keşfetmeyi umuyorum.
Ve sinema. İlçede iki sinema var. Biri çarşıda, diğeri de AVM’de. Türk filmleri başta olmak üzere her ikisinde de genellikle aynı filmler oynuyor. Ama ne var ki sadece beş, altı seçenek ve bunların üçü genellikle lay lay lom Türk filmi, iki tanesi de hard aksiyon filmleri olduğundan her hafta sonu sinemaya niyet edip kafamıza uyan bir film bulamadığımızdan sinemanın kapısından geri dönüyoruz. Hadi tiyatro, bale, konserden geçtik de, en azından aksiyon ve komedi dışında daha fazla film seçeneği sunan sinemalar olsa hiç de fena olmaz hani. Buradan sesimin ulaşabileceği ilgililere sesleniyorum, çeşit istiyoruz efendim.
İlk üç aylık izlenimlerimizden en kalıcı olanları şimdilik bu kadar. İkinci üç ayda yeni izlenimlerle karşınızda olmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.